Konuyu Oyla:
07.07.2013, 02:54
Dünya. Dışarıdan bakıldığında mavi-yeşil bir gezegendi ama kendi içinde barındırdıkları evrene bedeldi. Bu küçük dünyada tek zeki yaşam türü kendilerine taktıkları isimle insanlardı. “Evrende yalnız mıyız?” sorusuna bir türlü cevap veremeyen insanoğlu bu konuda ikiye bölünmüştü. Bir yarısı evrende yalnız olduğumuz kanısında, diğer yarısıysa elbette değiliz diye fikir beyan etmekteydi. Evrende yalnız değiliz diyenler cesurdular. Yalnız olduğunu düşündüğünü sananlar yanıldıklarının farkına varmak zorunda kaldılar. Evrende kendilerinden başka zeki yaşam formu olduğunu düşünmeleri korkmalarına sebep olmuştu sanırım. Olaylar patlak verdiğinde, pek ortalarda görünmemelerinden de anlaşılmaktaydı korkuları. Yağmur günü, “Evrende yalnız mıyız?” sorusuna verilecek en doğru cevabı bulmuştu insanoğlu.
BÖLÜM -1-
YAĞMUR GÜNÜ (17 AĞUSTOS 2053)
Gözlerini açtığında gece kurduğu saatle yüz yüze geldi. Yine saatten önce davranmıştı. Her gece böyle olmasına anlam veremiyordu. Yani taşındıkları için yerini yadırgadığını düşünüyordu. Yavaşça doğruldu. O zifiri karanlıkta terliğinin sadece bir tekini bulabilmişti. Işığı açmak için ayağa kalktı. Yavaş ve uykulu adımlarla ışığı açmaya yöneldi. Butona bastı fakat hiç bir şey olmamıştı. Elektrik kesik olmalıydı. İçinden ‘kahretsin’diye söylenerek cama yöneldi. Bu zamanlar odası ay ışığı almazdı. Evleri yüksek bir tepenin yamacındaydı. Odası tam olarak kente dönüktü ve odanın ışık almaması için tüm kentin karanlığa bürünmüş olması gerekiyordu. Öyleydi de. Şaşkınlık içerisinde gözlerini ovalamaya başlamıştı. Şaşırmasının sebebi elektrik kesintisi değildi. Ya gökyüzüne daha önce hiç bakmamıştı ya da elektrik kesintisinin sebep olduğu karanlık yüzündendi. Yıldızlar. O kadar çoklardı ki neredeyse karanlık bir noktaya dahi izin vermiyorlardı. Peki ama odası neden karanlıktı. ‘Bu yıldızlar neden parlamıyor’ diye içinden geçirirken içlerinden birinin kaydığını gördü. Çok heyecanlanmıştı. İlk kez yıldız kayması görüyordu. Giderek heyecanı korkuya bürünmeye başlamıştı. Kayan yıldız, tam bahçelerine doğru geliyordu ve git gide hızlanıyordu. Alev alıp yanarak gelmeye devam etti. Evdekileri uyandırmak için bağırmaya karar vermişti ki tüm kelimeler ağzına tıkıldı. Büyük bir patlama duymasıyla kendini yerde bulması bir oldu. Tüm camlar üzerindeydi. Ayağa kalkmak için silkindi. Başını cam hizasına getirerek dışarı baktı. Gördükleri karşısında sanki donmuş gibiydi. Tüm yıldızlar yağmur olup gökten yağmaktaydı. Yere kapanıp ağlamaya başladı. Yıldızlar tüm kenti, evini, dağları, bombalıyordu. Korkusu geçmek bilmedi ta ki bayılana kadar.
Uyandığında güneş ışıkları yüzüne vuruyordu. Kardeşinin sesini duydu.
-Uyan! Hey! Seni uykucu. Gökyüzü başımıza yıkıldı ama hala rahatça uyuyabiliyorsun.
Kardeşinin sesiydi. Bir an cevap veremedi. Gece olanlar bir bir aklına geliyordu. Gözlerini araladı.
-Yıldızlar… Yıldızlar nerede?
-Ne yıldızı seni aptal! Kalk ve etrafına bak.
Ayağa kalktı. O kadar gürültüyü bu kadar küçük şeyler çıkartmış olamazdı. Her biri devekuşu yumurtası büyüklüğünde garip toplardı. Hepsi gri renkte ve öylece duruyorlardı. Üstelik yerde delik dahi açmamışlardı. Şaşkınlığından dolayı “Bunlar da ne?” diyebildi.
-Ne olabilir geri zekâlı tabi ki göktaşı.
-Göktaşı mı?
-Bilmem. Televizyondaki embesil öyle söyledi.
-Hepsi aynı renk ve şekilde, nasıl olurda göktaşı olabilirler ki?
-Ben nereden bilebilirim ki. Of. Ufo mu bunlar yani bunu mu demek istiyorsun? Kafayı mı yedin sen?
-Tabi ki hayır ama göktaşı olamayacak kadar birbirlerine benziyorlar. Taş olduklarına bile emin değilim. Bomba olabilirler belki de.
-Bence olamazlar.
-Neden?
-Öyle olsaydılar çoktan patlarlardı.
-Haklısın. Bomba olsalar çoktan patlatılırlardı.
-Hayır o yüzden değil, ben üzerlerinde çok tepindim de.
-Of. Bende burada durmuş seni dinliyorum. Ya bomba olsaydı ve patlasaydı. Hiç mi düşünmüyorsun sen!
-Çok sıkıcısın abi biliyorsun değil mi?
-Teşekkürler canım ama senin gibi deli olmaktan iyidir. Üstünde tepindim dedin. Kırılmadılar mı?
-Kırılmışa benziyorlar mı?
Kardeşinin muzipliklerinden neden dışarıda uyandığını sormayı unutmuştu. Kardeşi ondan 5 yaş küçüktü ve pek anlaşamazlardı. Her zaman kavga edecek bir sebepleri olurdu.
-Başım ağrıyor. Unutmadan! Ben neden dışarıda uyandım.
-Gece korkunca komşulara gidip senin üst katta olduğunu ve seni kurtarmalarını söyledim onlarda seni dışarıya taşıdılar.
Kardeşine gece gördüklerinden bahsetmek istemiyordu. Soracağı soruların ardı arkasının kesilmeyeceğini biliyordu.
Ertesi gün uyandığında evde o yumurtaya benzer gri şeylerden çok sayıda olduğunu fark etti. İşin içinde kardeşi olduğunu biliyordu.
-Zack!... Zack!
-Ne var yine!
-Bunlar da ne?
-Ne olacak süs işte.
-Ne süsü at bunları dışarıya çabuk. Ne olduğunu bilmediğimiz şeyleri evde barındırma.
-Abi ne olabilir ki ya. Göktaşı işte.
-Ne olursa olsun tehlikeli olabilirler.
Bu sırada açık olan televizyonda haber bülteni başlar.
“Göktaşı yağmuru sırasında can kaybı veya yaralanan olmadı. Çok sayıda göktaşını evlerinin önünde bulan halk telaş içerisinde. Yetkililer, araştırmalar sonucu kesinlikle güvenli buldukları göktaşlarını ne yapacakları konusunda kararsızlar.”
-Abi gördün mü bak zararsızmışlar.
-Tamam o zaman ama dikkatli ol bence gayet şüpheliler.
-Of abi ya ben senin kadar sıkıcı birini görmedim. Geri kafalı ne olacak!
BÖLÜM -2-
BÜYÜK GÜN (17 AĞUSTOS 2055)
BÖLÜM -1-
YAĞMUR GÜNÜ (17 AĞUSTOS 2053)
Gözlerini açtığında gece kurduğu saatle yüz yüze geldi. Yine saatten önce davranmıştı. Her gece böyle olmasına anlam veremiyordu. Yani taşındıkları için yerini yadırgadığını düşünüyordu. Yavaşça doğruldu. O zifiri karanlıkta terliğinin sadece bir tekini bulabilmişti. Işığı açmak için ayağa kalktı. Yavaş ve uykulu adımlarla ışığı açmaya yöneldi. Butona bastı fakat hiç bir şey olmamıştı. Elektrik kesik olmalıydı. İçinden ‘kahretsin’diye söylenerek cama yöneldi. Bu zamanlar odası ay ışığı almazdı. Evleri yüksek bir tepenin yamacındaydı. Odası tam olarak kente dönüktü ve odanın ışık almaması için tüm kentin karanlığa bürünmüş olması gerekiyordu. Öyleydi de. Şaşkınlık içerisinde gözlerini ovalamaya başlamıştı. Şaşırmasının sebebi elektrik kesintisi değildi. Ya gökyüzüne daha önce hiç bakmamıştı ya da elektrik kesintisinin sebep olduğu karanlık yüzündendi. Yıldızlar. O kadar çoklardı ki neredeyse karanlık bir noktaya dahi izin vermiyorlardı. Peki ama odası neden karanlıktı. ‘Bu yıldızlar neden parlamıyor’ diye içinden geçirirken içlerinden birinin kaydığını gördü. Çok heyecanlanmıştı. İlk kez yıldız kayması görüyordu. Giderek heyecanı korkuya bürünmeye başlamıştı. Kayan yıldız, tam bahçelerine doğru geliyordu ve git gide hızlanıyordu. Alev alıp yanarak gelmeye devam etti. Evdekileri uyandırmak için bağırmaya karar vermişti ki tüm kelimeler ağzına tıkıldı. Büyük bir patlama duymasıyla kendini yerde bulması bir oldu. Tüm camlar üzerindeydi. Ayağa kalkmak için silkindi. Başını cam hizasına getirerek dışarı baktı. Gördükleri karşısında sanki donmuş gibiydi. Tüm yıldızlar yağmur olup gökten yağmaktaydı. Yere kapanıp ağlamaya başladı. Yıldızlar tüm kenti, evini, dağları, bombalıyordu. Korkusu geçmek bilmedi ta ki bayılana kadar.
Uyandığında güneş ışıkları yüzüne vuruyordu. Kardeşinin sesini duydu.
-Uyan! Hey! Seni uykucu. Gökyüzü başımıza yıkıldı ama hala rahatça uyuyabiliyorsun.
Kardeşinin sesiydi. Bir an cevap veremedi. Gece olanlar bir bir aklına geliyordu. Gözlerini araladı.
-Yıldızlar… Yıldızlar nerede?
-Ne yıldızı seni aptal! Kalk ve etrafına bak.
Ayağa kalktı. O kadar gürültüyü bu kadar küçük şeyler çıkartmış olamazdı. Her biri devekuşu yumurtası büyüklüğünde garip toplardı. Hepsi gri renkte ve öylece duruyorlardı. Üstelik yerde delik dahi açmamışlardı. Şaşkınlığından dolayı “Bunlar da ne?” diyebildi.
-Ne olabilir geri zekâlı tabi ki göktaşı.
-Göktaşı mı?
-Bilmem. Televizyondaki embesil öyle söyledi.
-Hepsi aynı renk ve şekilde, nasıl olurda göktaşı olabilirler ki?
-Ben nereden bilebilirim ki. Of. Ufo mu bunlar yani bunu mu demek istiyorsun? Kafayı mı yedin sen?
-Tabi ki hayır ama göktaşı olamayacak kadar birbirlerine benziyorlar. Taş olduklarına bile emin değilim. Bomba olabilirler belki de.
-Bence olamazlar.
-Neden?
-Öyle olsaydılar çoktan patlarlardı.
-Haklısın. Bomba olsalar çoktan patlatılırlardı.
-Hayır o yüzden değil, ben üzerlerinde çok tepindim de.
-Of. Bende burada durmuş seni dinliyorum. Ya bomba olsaydı ve patlasaydı. Hiç mi düşünmüyorsun sen!
-Çok sıkıcısın abi biliyorsun değil mi?
-Teşekkürler canım ama senin gibi deli olmaktan iyidir. Üstünde tepindim dedin. Kırılmadılar mı?
-Kırılmışa benziyorlar mı?
Kardeşinin muzipliklerinden neden dışarıda uyandığını sormayı unutmuştu. Kardeşi ondan 5 yaş küçüktü ve pek anlaşamazlardı. Her zaman kavga edecek bir sebepleri olurdu.
-Başım ağrıyor. Unutmadan! Ben neden dışarıda uyandım.
-Gece korkunca komşulara gidip senin üst katta olduğunu ve seni kurtarmalarını söyledim onlarda seni dışarıya taşıdılar.
Kardeşine gece gördüklerinden bahsetmek istemiyordu. Soracağı soruların ardı arkasının kesilmeyeceğini biliyordu.
Ertesi gün uyandığında evde o yumurtaya benzer gri şeylerden çok sayıda olduğunu fark etti. İşin içinde kardeşi olduğunu biliyordu.
-Zack!... Zack!
-Ne var yine!
-Bunlar da ne?
-Ne olacak süs işte.
-Ne süsü at bunları dışarıya çabuk. Ne olduğunu bilmediğimiz şeyleri evde barındırma.
-Abi ne olabilir ki ya. Göktaşı işte.
-Ne olursa olsun tehlikeli olabilirler.
Bu sırada açık olan televizyonda haber bülteni başlar.
“Göktaşı yağmuru sırasında can kaybı veya yaralanan olmadı. Çok sayıda göktaşını evlerinin önünde bulan halk telaş içerisinde. Yetkililer, araştırmalar sonucu kesinlikle güvenli buldukları göktaşlarını ne yapacakları konusunda kararsızlar.”
-Abi gördün mü bak zararsızmışlar.
-Tamam o zaman ama dikkatli ol bence gayet şüpheliler.
-Of abi ya ben senin kadar sıkıcı birini görmedim. Geri kafalı ne olacak!
BÖLÜM -2-
BÜYÜK GÜN (17 AĞUSTOS 2055)
07.07.2013, 06:57
biraz süpermen gibi olmuş gelişleri eline sağlık
[sup]Buraları Eskiden HEP Dutluktu...[/sup]
07.07.2013, 10:52
Teşekkürler 2. Bölümü bugün yüklemeye çalışacağım.
'Dünya. Dışarıdan bakıldığında mavi-yeşil bir gezegendi ama kendi içinde barındırdıkları evrene bedeldi.'
Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi
Users browsed this thread: